Kitap Okumaları: Kuşlar Yasına Gider

Salih Samet Gür
4 min readJan 26, 2017

--

Photo By Mustafa Seven.

“Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü.”

Arka kapak tanıtımındaki şu alıntı bile Hasan Ali Toptaş’ın ışıl ışıl Türkçesiyle yine yüreğimize dokunacağını söylüyor. Kitabı ilk çıktığı hafta içerisinde aldım fakat elim çok zor gitti rafa. Bir yandan büyük bir iştiyak ile kitabı okumak istiyordum bir yandan ise –maalesef- konusunu duyduğum için tereddüt ediyordum. Tereddüt etmemin sebebi yüreğimin ortasına gamlı bir baykuş çökmesin, ciğerim parçalanmasın diyeydi. Kitap bitince o gamlı baykuş yine gamıyla geldi, üzdü, gözyaşlarına yol oldu ama bir kuş tüyü hafifliğindeydi.

Kitabın konusu baba-oğul ekseninde geçiyor. Yıllarca, hatta yüzyıllarca anlatıldı babalar ve oğullar. Fakat kitapta anlatılan baba ve oğul ilişkisi öyle birbirine karşı cephe alan türden değil. Doğu toplumlarında ve dolayısı ile ülkemizde görülen bir baba oğul ilişkisi var. Saygının hakim olduğu, sevgi ve samimiyetin büyük bir dozda olmasına rağmen üstünün sanki ayıp bir şeymiş gibi örtüldüğü bir hal. Baba ve oğul kimi zaman omuz omuza kimi zaman tek başlarına ölümün habercisi ecel atı ve ölümün kendisi ile mücadele ediyorlar. Kitabın konusu kısa bir öyküde anlatılabilirdi fakat yazan kişi büyüleyici kelimeleriyle Hasan Ali Toptaş olunca 250 sayfayı amenna diyerek ve bir görev telakki ederek okuyoruz, hem de büyük bir zevkle. Kullandığı Türkçesi o kadar muazzam ki, ışıldıyor, hele dilin ağız özellikleri yazara daha bir samimiyet katıyor. Kitapta sürekli tekrarlanan motifler var. Başka bir yazar yapsa kızardım belki ama kitap boyunca merhamet ve sevgi ekseninde bir arınmadan geçiren yazar bu tekrarlarla bize bir duruluk ve durup düşünme fırsatı veriyor. Sürekli tekrarlanan yolculuk, geçilen köyler, kasabalar, mola yerleri, sapaklar, virajlar, yolda beliren at, bahçede bir görünüp bir kaybolan küçük çocuk, eve girip çıkarken cümle kapısını örten asma ve erik dallarının altından yan yan yürüyerek geçişler, dayının telefonunun zili, babanın yanağındaki çukur. Tüm bu tekrarlanan motifler güçlü bir ritim oluşturuyor.

Kuşlar Yasına Gider (Hasan Ali Toptaş)

Kuşlar Yasına Gider’in yazarın önceki kitaplarına nazaran daha yalın ve daha klasik bir kurgusu var. Fakat tüm bu klasiklik Hasan Ali Toptaş’ın üslubu ve dili ile birleşince ortaya muazzam bir eser çıkarmış. Daha önceki eserlerine nazaran sade ve klasik fakat okunduğu anda Hasan Ali Toptaş’ın kitabı olduğunu hissettiren şeyler hemen beliriyor. Mesela kurguyu ayakta tutan kehanetler ve rüyalar, sonra anlatıcının dertli yolculuklarına eşlik eden türküler, geceleri ufuktaki dağlardan gelen sesler ve söyleyecek bir şey kalmadığında sessizce uzaklara bakan karakterler. Romana anlatıcının yazma eylemiyle başlaması (kaleme mürekkep doldurması) ve sonunda aynı noktaya geri dönmesi (boş bulduğu kaleme yeniden mürekkep doldurması) var, işte bu da Hasan Ali Toptaş’ın kitabının omurgasını oluşturan imge unsurları.

Hasan Ali Toptaş

Hasan Ali Toptaş’ın Hürriyet’e verdiği röportajda da söylediği gibi genelde baba oğul konusunu işleyen romanlar iktidar mücadelesi üzerine kuruluyor, yazar baba oğul ilişkisine farklı olarak nasıl yaklaşabilirim düşüncesiyle yola çıkınca bu roman meydana gelmiş. Tabii babasını kaybetmesinin ortaya çıkardığı baba yokluğu ve acı yazarı harekete geçirmiş.

Babanızla ilişkiniz nasıldı?

— (…) Birbirimize sessizliğimizle bağlıydık, birbirimizi uzaktan severdik. (Hürriyet röportajından)

Roman yazarı tanıyarak eseri okuyan okuyucuya otobiyografik roman olarak gelecektir. Bende de tam böyle oldu. Babasının minibüs şoförlüğü geçmişi, H. Ali Toptaş’ın kafasında çıkan yara, bu yaranın 47 yıl önceye ait olduğuna kitabın bir yerinde değinmesi, anlatıcının Ankara’da babanın Denizli’nin kasabasında yaşaması, babanın kitabın bir yerinde senin yazdığın “Noktanın Sonsuzluğu” kitabını biraz okumuştum demesi, anlatıcının romanın geçtiği yıllarda küçük bir kızının olması, yine anlatıcının romanın geçtiği yıllarda çalışmıyor olması, kitabın içerisinde karşılaşılan bir kişinin Hasan Ali’den alıntılayarak “babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” demesi ve bunu anlatıcının bir eserinde geçtiğini söylemesi. Ana çatı üzerinde baskın biçimde otobiyografik özellikler –bence- yok değil. Ama cevabı bir röportajında Hasan Ali Toptaş kendisi veriyor zaten.

“Ama romandaki baba, babam değil. O, romandaki baba. Romandaki oğul da ben değilim. Hem benim hem değilim. ‘Kuşlar Yasına Gider’ otobiyografik bir roman değil. Zaten, yazar “otobiyografik bir roman” demediği sürece hiçbir roman öyle değildir.” (Hürriyet Röportajından.)

Kitap tüm üslubu ve diliyle yüreğimize bir kuş tüyü kadar merhametli bir esinti bırakıyor. Sonunda dökülecek gözyaşı babaya karşı sevgiyi perçinliyor. Sevdiklerimizin hayatta iken kıymetini bilmemiz temennisiyle.

Allah kitaptan ayırmasın!

Kitaba ismini veren türkü.

--

--